Kalabalık bir ortama girerken kalp atışlarınızın hızlandığını fark ettiğiniz oldu mu?
Ya da toplum içinde konuştuğunuzda içinizi kemiren o yargılanma korkusunu yaşadınız mı?
Bazen belki de sadece sınıfta veya bir toplantıda söz almanıza bile engel olan o huzursuzluk ve rahatsız ediciliği yaşamışsınızdır.
Belki de bir sohbete dahil olurken veya sohbet açarken de kaygılanıyor olabilirsiniz.
Bu tip durumların çoğunlukla yaşandığı deneyime sosyal kaygı bozukluğu diyoruz. Eski adıyla sosyal fobi.
Sosyal anksiyete, bireyin başkaları tarafından inceleneceğine, yargılanacağına veya olumsuz değerlendirileceğine inandığı sosyal veya performans durumlarına karşı yoğun ve kalıcı bir korku ile karakterize edilen psikolojik bir durumdur.
Sosyal kaygı genellikle genetik, çevresel ve psikolojik faktörlerin karmaşık bir etkileşiminden ortaya çıkar.
Toplumsal normların ve beklentilerin özellikle zorlayıcı olabildiği ülkemizde, sosyal kaygı bozukluğu maalesef oldukça verimli bir zemin bulmakta.
En klişe olan “millet ne der?” sorgularıyla büyüyen bizler bunula birlikte devamlı olarak neredeyse her davranışımızı izleyen, yargılayan veya yorumlayan bir etkileşim alanındayız.
Reddedilmeye veya utanmaya aşırı tedirgin halde büyüyebildiğimiz için sosyal kaygıyı oldukça yaygın şekilde görebiliyor, yaşayabiliyoruz.
Sosyal kaygımızı oluşturan faktörlere müdehalemiz oldukça sınırlı olduğundan, bu durumu sürdüren unsurları bilmemiz daha önemlidir.
Örneğin, aşırı öz-izlem ile kişiler kendisini devamlı incelerler.
Nasıl göründükleri, duruşları ve nasıl konuştuklarına yönelik bu detaylı gözlem çoğunlukla yargılanmayı barındırır.
Zihin okuma, kişiselleştirme, aşırı genelleme ve felaketleştirme gibi bilişsel hatalar, düşüncelerle kişiyi ve gerçekliği kaynaştırır.
Sosyal ortamda karşılaşılabilecek olumsuz ihtimallerle zihni meşgul olan bireyler, fiziksel olarak da anksiyeteyi deneyimlerler.
Sonuç olarak kişinin eylemlerini, davranışlarını, bu endişeler ve kaygı belirlemeye başlar.
Yani yine kaçınma ve güvenlik davranışları kapıda görünür.
En yaygın görülebilecek sosyal anksiyete kaçınma davranışları şöyledir:
Sınırlı sosyal iletişim Kendini ifade etmeme, itiraz etmeme Sınır çizmeme, hayır diyememe Çatışmaya, tartışmaya girmeme Göz kontağı kurmama Otorite figürleriyle kısıtlı etkileşim Yeni sosyal ortamlara dahil olmama Çevrimiçi iletişimi tercih etme Toplum önünde konuşmama (sunum vb.) Sohbet açmama, sohbeti sürdürmeme
Bu davranışar kişiden kişiye değişse de görülebileceği gibi bireylerin sosyal, aile, romantik ve iş-okul gibi önemli etkileşim alanlarına olumsuz etkilerde bulunur.
Tıpkı diğer anksiyete bozukluklarında olduğu gibi sosyal kaygı bozukluğunda da azaltılması gereken davranışlar listemizde de bu tip eylemler vardır.
Sosyal deneyler adını verdiğimiz davranışsal müdahale süreciyle, hedeflenen davranışlara yönelik teşvikler ve planlar yapılır.
Kişi bu durumlara yönelik öngördüğü sonuçları belirler ve deneyler ile veriler toplamaya başlar.
Gerçekte olan sonuçlarla, öngörülen sonuçlar kıyaslanır ve davranışa ve gerçekliğe yönelik içgörü ve yeni bir bilişsel temel atılır.
Bununla birlikte, sosyal beceriler hakkında da psikoeğitim sağlanarak sosyal davranışlar açısından işlevsellik de hedeflenir.
Özetle, sosyal kaygı bozukluğu diğer kaygı bozukluklarıyla benzer prensiplerde çalışan ve kişinin yaşantısını pek çok açıdan olumsuz etkileyen bir mental meseledir.
Kaynaklarıyla birlikte bu örüntülerimize yönelik edinilen farkındalık ve davranış değişiklikleriyle kaygıya alan açılarak, pek çok insanın "kaderi" zannettiği bu mesele hayatından uzaklaştırılabilir.
Comments